top of page

Sokağa İnmek

  • Yazarın fotoğrafı: Malibilgic
    Malibilgic
  • 13 May
  • 3 dakikada okunur



Gözümü açıyorum. Gökyüzü sanki bir ejderhanın burnundan çıkan dumanları taşıyor. Olay yeni bitmiş, insanlar yaralanmış, kalan dumanlar havayı kaplıyor gibi...


Sokağa inmek her zaman başka bir his uyandırır insanda. Bu aslında bir kapıdan geçmekle ilgili. Eskiden yeni bir nefes umuduyla sokağa çıkarken, şimdi ejderhanın dumanları ciğerimi dolduracak diye endişeliyim.


Arka planda hep bir müzik var gibi gelir bana. Uzun zamandır duyamıyorum ama ne çaldığını çok merak ediyorum.


Sanrılar çıldırmış olmalı. Sandığı şeyleri tanrı ilan ederse birisi, ona kim ne diyebilir ki?


Sokakta tek tük insanlar. Yanımdan geçiyorlar, önümde yürüyorlar. Artık benim için random, ruhsuz, sadece kod ile çalışan birer makine gibiler. Hoş kendimi de öyle hissediyorum uzun zamandır. Kodları da ben yazıyorum üstelik. Kendime nasıl çalışması gerektiğini, bu sefer ne yapacağını, neden durmaması gerektiğini kodlarla öğretiyorum.


Bazı ağaçları özledim. Uzun zamandır sohbet etmediğim. Bazı ağaçlar da yanımdan geçiyorlar. Onlarla hukukumuz olmadığı için, selam da vermiyorlar. İlla samimi olmak lazım sanırım bunlarla da.


Güneş gözümü almaya başladı. Gözlerim bu sıralar olduğundan daha yorgun görünüyorlar. Güneşin işi bu, göz almak. Ama benim işim bu değil. Aldığı gözden rahatsız olmasın diye takıyorum gözlüklerimi.


Güneş gözlükleri biraz da olsa ortamı geceye çevirdiği için seviyorum. Bir de klişe laflar eden birileri bana gözlerin insanın duygusunu şak diye belli ettiğini söylemişti. Ben bu random insanlara, selam vermeyen ağaçlara, gözümü beğenmeyen güneşe neden duygumu belli edeyim? Takıyorum gözlüğümü.


İçimde bir eksiklik vaki oluyor. Bir anda daralıyorum. Ejderhanın dumanları aklıma getiriyor. Yakıyorum sigaramı, yürümek biraz daha katlanılır hale geliyor artık.


Yolda olmak önemli. Yola vakit ayırmazsan, o da sertleşiyor. Bastığın yer beynini titretiyor.


Durduruyor bir anda içimden bir şey beni. Her şey yabancılaşıyor bana. Tüm dünya, sanki daha önce orada değilmişim de yeni düşmüşüm gibi gelmeye başlıyor gözüme. Bu renkler, bu sesler, bu hava bir anda her yerimi acıtmaya başlıyor. Kendim de bir garip geliyorum bana. Ne lan bu beş çıkıntısı olan ve vücudumun iki yanından sarkan etli kemikli kablolar? İçlerinden yeşilimsi çizgiler geçiyor. Sesler boğuklaşıyor, aldığım nefesi tanımıyorum.


Duruyor her şey. Sesler kesiliyor. Yanımdan geçen ağaç bir heykel gibi sabit kalıyor. İnsanlar yürürken bir ayakları havada sabit kalıyorlar. Güneş ışığı baki bir tek, o da sabit kalıp hapsoluyor. Bir kedi tam koşarken havada kalmış, poşeti yırtılan teyzenin elmaları havada. Bir ben hareket edebiliyorum. Nu garip gezegene inmemle işlerin karışması bir oluyor anlaşılan. Geri dönmem gerekiyorsa da yolu bilmiyorum.


Sırtımdaki çantayı fark ediyorum. Ne zamandır taşıyorum ben bunu? Daha da önemlisi içinde ne var? İki yanımdan sarkan beşer çıkıntısı olan etli kemikli o iki kabloları hareket ettirebildiğimi fark ediyorum. Ellerim olsa gerek bunlar. Değişik bir form. Atıyorum elimden ucunda köz, götünde sünger olan garip çubuğu. Alıyorum çantayı önüme. Belki de bir alet vardır beni buradan uzaklaştıracak.


Çanta garip bir makinedir. İçine hiçbir şey koymazsanız var olması anlamsızdır ve çantalar genelde açtırlar. Ama sindirim sistemleri yoktur, yediklerini tutarlar, isterseniz aynen kusarlar. Kusması için bir takım işlemler yapılması gerekir ama bu gezegenin çantalarına da yabancıyım! Paniklemeyi kendime yakıştıramıyorum, kimse görmesin diye de dikizde kalarak bir şekilde çantayı açıyorum.


Bolca kağıt, bir defter, ve bir anı dondurucu, anı dondurucu saklayıcısı. Anı dondurucumu alıp önce bu garip gezegeni hatırlayabilmek için, görebildiğim yeri dondurup bir kopyasını alıyorum. Anı dondurucu saklayıcının kapağını açıyorum yerleştirmek için. Anı dondurucudaki diğer dondurduğum anılar çıkıyor karşıma.


Sanıyorum bu gezegene geleceğim belliymiş. Baksanıza daha önce burada yaşamışım gibi, bir sürü anıda donmuş kalmışım. Bu garip bedene benzeyen bir sürü donmuş anı var. Baktıkça beynimde de oluşuyor bunlar. Hatırlamak denilen eylem gerçekleşiyor beynimde.


Çocukluk var biraz, gençlik. Geçtiğim diğer yollar, gözümü alan bir sürü güneşli gün, biraz ejfderha dumanı, sarılınılan ağaçlar.


Bu beden çok garip. Bazen hatalar veriyor. Görmemi sağlayan aletler, su kaçırmaya başlıyor. Allahtan koruyucu bir ekstra malzeme takılmış önlerine, kimse görmüyor. Neden bunu yaptıklarını anlamadım ama anı saklayıcıyı kapatınca durdular. Gördüğü şeyle etkileşime girebiliyor bunlar. Enteresan.


Kağıtları karıştırıyorum. Bir sürü diyalog, sahne yazılmış. Sanırım bu gezegende yapmam gerekn işlerin ve rollerin listeleri. İş planım. Anlamaya başlıyorum.


Ufak bir kağıt. İyice katlanmış. Güneşin buradan göründüğü bir renkte. Merak edip açıyorum. Önemli bir kağıt belli ki.


Tek bir şey yazıyor: Uyan!


Bir anda büyük patlamalarla gezegen yıkılmaya başlıyor. Güneş bölünüyor, ağaçlar çığlık çığlığa. Gökyüzünü alev kaplıyor, duran zaman durmasını bitiriyor. Bana yaklaşan alevlerin içinde buluyorum kendimi.


Gözümü açıyorum. Gökyüzü sanki bir ejderhanın burnundan çıkan dumanları taşıyor. Olay yeni bitmiş, insanlar yaralanmış, kalan dumanlar havayı kaplıyor gibi...


Sokağa inmek her zaman başka bir his uyandırır insanda. Bu aslında bir kapıdan geçmekle ilgili...





 
 
 

Comments


MALİSONSB.jpg

Düşişleri Bakanı'nın mesaisi...

İçeriklerden Haberin Olsun

Teşekkürler!

  • Instagram
  • Twitter

Bana ulaşman gerekirse...

Mesajınız için teşekkürler!

Kalite Kalite - Marka Marka

bottom of page